Dağların ne kadar ulu, nehirlerin ne kadar derin ve temiz olduğunu, doğanın ne kadar güzel ve yaşanılır bir yer olduğunu, buğday ve ayçiçek tarlalarının ne kadar verimliliğini, insanların kuşlar gibi özgürce yaşadığını yazmak istiyorum ama olmuyor. Dünyanın adaletsizliği, insanların ne kadar öfkeli ve unutkan oluşu gelip gündemimi belirliyor.
Türkiye’nin içinde olduğu şiddet ortamının yarattığı toz duman gündemi belirlemeye devam ediyor. Dünyamız ve ülkemiz bir kaos döneminden geçiyor. Türkiye’deki siyasi kaos 1980 Askeri Darbesi’nden beri sürüyor. Kaos diyorum, hep iyi olacak, ha bugün ha yarın iyi olacak siyasi sözler hala devam ediyor. Yerine oturmuş siyasi sistemler kaos yaşamaz. Yerine oturmuş demokratik sistemler bireyin ve toplumun demokratik ve sosyal yaşamının daha da iyileşmesi için siyasi kararlar alırlar.
Nasıl bir Türkiye istiyoruz, Türkiye toplumunu bir arada tutan değerler nedir sorusunu kendimize yönelttiğimizde, pek net bir yanıt vermeyiz kendimize. Aslında hepimiz yaşadığımız toplumun ve siyasi kültürün bir parçasıyız. Bizim gibi düşünmeyenlere hoşgörümüz pek fazla değildir, farklı etnik ve dini geçmişi olanlara pek de empati göstermeyiz.
Gezi olaylarına destek ve sempati isteyenler, Kobane’de Kürtlerin faşist ve İslamcı güçler tarafından yok edilme girişimine ne diyorlar!. Kendime yapılmasını istemediğimi başkasına da yapılmasın diyebiliyor muyum? Kobane’de Kürt Halkı’nın IŞİD terörüne karşı hayatta kalma direnişi var. Kobane’de tüm dünyanın gözünü yumduğu bir katliam var. Hem acı çekiyorum, hem öfkeleniyorum hem de direnenlerden gurur duyuyorum. Benim yaklaşımım tamamen ilkesel. Kendi evini, kentini savunan ve Ortaçağ karanlığını getirmeye çalışan IŞİD’e karşı yaşam direnişi sergileyen herkese saygı duyarım.
Sınırlar değişiyor ve Ortadoğu hızla kabuk değiştiriyor. Farklı inanç ve grupları içinde barındıran Türkiye’de, bölgesel iç savaşlar yaşama riski ile karşı karşıyayız. Biriken öfke, ön yargılar saldırılara dönüşebilir. Politik çözümlere olan güvensizlik ve umutsuzluk çatışmaları körükler. Sokaklarda linç peşinde koşan, üniversiteleri basan ve dükkanları işaretleyip saldıran fanatik gruplar bugün yaşanan belirsizlikten ve devletin duyarsızlığından cesaret alabilir. Örneklerini Maraş, Çorum ve Sivas’da gördük.
Hükümetin yeni Osmanlı projesinin kendine gereğinden fazla güvenmesi, eleştirilere kulak tıkaması, duvara çabuk çarpmasına neden oldu. Arap ayaklanmaları abartılı beklentilere yol açtı. İmparatorluk hayallerinin zeminsiz kaldığını hükümet kolay kolay kabul etmeyecek galiba. Türkiye dönülmez bir yola girdi. Diplomatik barış dilini kullanmak zorundadır. Yani Yurtta sulh cihanda sulh politikasını uygulamalıdır.
Nehirlerimizi zehirleyen, tarihimizi yıkan, işçilerimizi öldüren siyaset başımıza İŞİD belasını da sardı. Son birkaç günde 35 kişinin yaşamını yitirdiği, kundaklamaların, cinayetlerin, linçlerin, silahlı saldırıların gerçekleştiği olaylar, milliyetçi duygularla geçiştirilemez.
Türkiye’de aklı başında çok sayıda kişi, sanatçılar Kobane’deki direnişe sahip çıkıyor. Ben de İŞİD’ karşı verilen her türlü mücadeleyi destekliyorum.