Evrensel Gazetesi’nin 2 Nisan tarihli “Madencilik şirketi 50 bin liraya şahit arıyor!” başlıklı haberi dikkat çekiciydi. Merak ettim haberi okudum. “Bilfer Madencilik, Ayvalık’ta maden atıklarının karıştığı dereden su içtiği için öldüğü iddia edilen 63 keçinin başka yerde öldüğüne şahitlik edecek olanlara para ödülü vaat etti.” Olur mu demeyin olmuş. Maden şirketlerinin doğayı katletmelerinin yanında ilginç olaylara da imza attığına tanıklık etmiş oluyoruz. Böylesi bir durumda ilk kez karşılaşıldığını sanıyorum. Dünyanın altını üstüne getiren, doğanın dengesini bozarak ayarlarıyla oynayan ve bütün kazım, yıkım aletlerinin maden ocaklarının elinde olduğundan bütün güçlerin ellerinde olduğunu sanıyorlar. Ülkemizi köstebek yuvasına çevirmeye devam ediyorlar. Bilindiği üzere Safaalan da bundan nasibini aldı almaya da devam ediyor.
Ekim 2018 yılında beri Koçer Yapı İnşaat Taş Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Safaalan Mahallesinde 50 hektarlık ormanlık alanı etkileyen faaliyetine devam etmektedir. ÇED (Çevresel Etki Değerlendirilmesi) yönetmeliği uyarınca yapılan toplantılarda “Halkın bilgilendirilmesi toplantısı yapılamadı” şeklinde tutanak tutulmasına rağmen daha sonrasında maden şirketinin istemiş olduğu kapasite artırımı veriliyor. Ardından talan başlıyor. Sizler hiç bir ağacın, ormanın yerinden sökülüşüne tanıklık ettiniz mi? Orman katledilirken kuşların, börtü böceğin, yaban hayatın telaşını gördünüz mü? Akan derelerin, ırmakların büyük bir öfkeyle çağladığını elinden bir şey gelmeyince sessizce için için ağlayarak akışını seyrettiniz mi? Ben gördüm, şahitlik ettim. Doğayı katledenlere Nazım Hikmet’in sözüyle cevap veriyorum. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu orman bizim bu hasret bizim.”
“Vatanın kalbi ormanların derinliklerinde saklıdır, ormansız bir millet ölmüş bir millettir” Andre THEURİET. Madenlerin çıkartılması sadece doğayı yok etmesiyle kalmıyor. Su kirliliği ve su kaynaklarının yok olması, arazi ve toprağın tahrip olması, hava kirliliği ve bunun yanın yanında ciddi hastalıklara yol açmaktadır. Diğer taraftan da maden ocaklarının sosyal sorunları da beraberinde getirdiğinden çıkartılan maden tehlikeli, sağlıksız ve kirletici ise kapatılmalıdır. Bizim bölgemizde bulunan maden ocaklarında toza bağlı hastalıkların ön plana çıktığını görüyoruz. Çevresel etkisinin yanında “Kaya ve maden tozuna bağlı akciğer hasarı bir sağlık sorunu, toz akciğerlere hasar yaptığında bunu geri çevirmenin yolu yoktur” denildiği halde çok da iyi önlemler alınmadığını görüyoruz.
Doğayı sevmeyen kaç kişi olabilir denildiğinde taş ve maden ocakları patronlarını başa yazabiliriz. Evet, bu kişiler doğayı sevmiyorlar. Bütün yaşamlarını doğayı katletmeye adamışlar. Bazı bölgelerde zaman zaman “Doğanın geri dönüşü muhteşem oldu. Doğa kendisinden alınanı geri aldı gibi” tanıdık cümleler sürekli karşımıza çıkıyor. Ama hiç kimse “biz doğayı talan ettik, doğa da bizi cezalandırdı” gibi sözler söylemiyor. Yeşil Türkiye’nin yavaş yavaş çölleştiğini gelecek nesillere gölgesinde oturmaya bir ağaç bırakmamaya kararlı gibi görünüyoruz. İşte bu yüzden herkesi Doğayı Koruma Örgütlerine üye olmaya davet ediyorum. Ciddi çalışmalar yaparak ormanlarımızı, su kaynaklarımızı, yaban hayatını ciddi anlamda koruyabiliriz. Doğa bizim her şeyimiz, geleceğimize sahip çıkalım. Doğayı koruyalım.